“Aradığım asıl Fransızı, mermer ve tunç üzerinde Tanrının yaptığını yaparak dünü bugünü ve yarını yenen Rodin’de buldum.” demişti İsmail Habib Sevük, Paris anılarında… Yahya Kemal Beyatlı “Tuncu canlandıran ilahtı Rodin” dizelerine yer verir şiirinde ve sanat tarihçilerine göre Mikelanj’la birlikte dünyanın en iyi heykeltıraşıdır, Auguste Rodin. Ancak onu ünlü yapan şey sadece sanatı ile sınırlı değildi, hayatında skandallara da bolca yer vardı.
Rodin’in eserlerine ev sahipliği yapan Paris’teki Rodin Müzesi, sanatçının hayatının en büyük skandalına da ev sahipliği yapmıştı; akıl hastanesinde sonlanan hazin bir aşk hikayesine… Bu binada Auguste Rodin ile Camille Claudel’in başta mutlu sonra ruhlarına zarar verici aşkları ve sanatları var olmuştur. Bu sebeple, Camille Claudel’in de birçok eseri de bu müze kapsamında sergilenir.
Camille Claudel, 1864 yılında Fransa’da doğar. Yaşadığı döneme hiç de uygun davranan bir kız çocuğu değildir. Çocukluğundan itibaren taş ve toprakla uğraşmayı sevmişti ve daha 13 yaşında iken aile fertlerinin büstlerini yapmaya başlar. Heykellerini görmek için eve gelen bir güzel sanatlar okulu müdürü, Camille’in eserlerine hayranlık duyarak: “Siz Mösyö Rodin’den ders almış olmalısınız.” der. Tarzının Rodin’e benzetilmesi, onu kızdırır ve içten içe Rodin’e karşı öfke beslemesine neden olur. Çünkü o özgün bir sanatçı olmak istemektedir. Ancak bu öfke, bağımlı bir aşka dönüşecektir; yıllar sonra… 1881 yılında Paris’te eğitim alma imkânı bulan Camille’in çalıştığı stüdyoya Rodin bir gün ziyarette bulunur. Bir heykele hayranlıkla bakan Rodin, “Bunu kim yaptı?” diye sorar.
Yapan Camille’dir ve erkek kardeşi Paul’u da model olarak kullanmıştır. Rodin, kendi atölyesinde çalışmak için davet ettiği Camille ile -genç bayanın ailesinin tüm karşı çıkışlarına rağmen- asistan ve sanatçı ilişkisi içine girerler. Kısa sürede bu ilişki aşka döner ve hayatlarının en üretken dönemlerine girerler. Rodin’in bu güzel günlerde yonttuğu Le Baiser (Öpücük) öylesine duygu yüklüdür ki; İnci Asena’dır eserin hissettirdiklerini en güzel ifade eden:
“Rodin’in Öpüş’ü
Bir başka öpüş,
Şehvet, sevgi, şefkat, koruma”
Camille ise, Rodin ile çıplak uyuduğu gecelerinden esinlendiğini söylediği La Valse(Vals) adlı başyapıtını filizlendirmiştir, bu aşk dolu günlerde. Bu harika eserini satmak için, kültür bakanlığına başvurduğunda heykel çok beğenilmesine karşın kabul edilmemiştir.
Gerekçe eserin bir kadın elinden çıkması ve kadın ile erkeğin eşit mesafede durmasıdır. Dönem zihniyeti kadının sanatın öznesi değil, nesnesi olması gerektiğini yönündeydi. Hatta genç sanatçı asi, özgürlükçü ruhu ve erkeklere has bir sanat ile ilgilenmesi nedeniyle Paris burjuvasında da tehlike olarak görülüyordu. Sosyal ve sanatsal baskılarının beraberinde, Rodin’le ilişkisinde de sorunlar baş göstermeye başlamıştı. Aslında, Rodin-Camille ilişkisi devam ettiği süreçte de Rodin kendisine kölecisine bağlı ve hiç kabul etmediği çocuğunun annesi Rose Beuret ile ilişkisini hiç bitirmemişti. Ve bu iki kadın dahi usta sanatçının başka kadınların peşinden koşmasını da engellemiyordu.
Hatta Rodin hakkında anlatılan bir hikâyeye göre; yirmi iki yaşındayken ablasının ölümü ardından kendini kiliseye adamaya karar verir. Ancak kilise başrahibi onun asla perhiz yapabilecek biri olamayacağını anlar ve normal yaşama dönmesini sağlar. 1892 yılına gelindiğinde Rodin’in karmaşık ilişkilerinden duygusal olarak çok yorulan Camille, şu an Dorsay Müzesinde sergilenen L’Âge mûr (Olgunluk Çağı) eserini biçimler. İki kadın arasında kalmış bir erkeğin betimlendiği eserde dizleri üstüne çökmüş yalvaran kadındır, Camille. Ve 1906 yılında ise geçirdiği bir sinir krizi ile eserlerinin çoğunu parçalar. Ailesi tarafından akıl hastanesine yatırılan kadın sanatçı, 1943 yılında vefat edene kadar burada kalır ve en acısı da hastanede kaldığı sürede de heykel yapmasına izin verilmemiş olmasıdır.
Peki Rodin’e ne oldu? Rose Beuret ile ilişkisini hiç kesmedi ve Beuret ölüm döşeğindeyken, 1917 yılında evlendiler. Nikahtan iki hafta sonra kadın, birkaç ay içinde de Rodin vefat etti. Karı-koca Rodin’in Camille ile yakaladığı en yaratıcı döneminde yaratmış olduğu en ünlü eseri Le Penseur (Düşünen Adam) heykelinin altına gömüldü. Ve ilginç olan şudur ki; yıllardır sessizce konuşulan dedikoduya göre bu yapıt, aslında Camlille Claudel’e aittir.
Camille’in dokunuşlarının ya da en iyi ihtimalde duygularının izlerini taşıyan eseri Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi başhekimi, bir dergide görür ve heykelin bir kopyasını hastaneye koymak ister. Ancak gerekli ödenek olmayınca, hastanede tedavi gören heykeltıraş Kemal Künmat’dan heykelin yapımı için ricada bulunur. Künmat da talebi kabul eder, lakin eser ortaya çıkmaya başlayınca oldukça yüksek bir bedel talep eder. Künmat’ı ikna etmek için en iyi odalarda ağırlayıp, hediyeler verseler de ikna edilemez ve heykel yarım kalır. Altı ay sonra hastanede depresyon tedavisi gören Yüzbaşı Mehmet Pişdar, heykeli bitirmesi karşılığında taburcu olması sözünü alarak heykeli tamamlayıp taburcu olur.
Başhekim biten esere gururla bakarken şu cümleler dökülür dudaklarından: “Hastane dışındakilerin durumu içerdekilerden daha kötü. Bu heykel, onların durumu ne olacak diye düşünüyor!” Kimbilir;belki de başhekim, karanlık odalarda ömrü son bulan zavallı Camille ile skandallarla dolu olsa da özgür hayatına devam eden Rodin’i aklından geçiriyordu…
Hale Mutluoğlu
Kültür Sanat Editörü